Bir milletin büyüklüğü sadece tanklarının gücüyle değil, vicdanının sesiyle de ölçülür. Bugün dünya, Darfur’da sessiz bir soykırımın kıyısında duruyor. Sudan’ın batısında, toz ve duman arasında kaybolan çocuk çığlıkları, insanlığın en karanlık aynasıdır. O aynada Birleşmiş Milletler’in silik sureti, vicdanın çöküşünü yansıtıyor. Kâğıt üzerindeki kararların, diplomatik nezaketin, suskunluğu örtmekten başka bir işe yaramadığını görüyoruz.
Birleşik Arap Emirlikleri’nin milis güçleri destekleyerek bu trajediyi beslemesi, sadece bir ülkenin değil, bir sistemin çürüdüğünü gösteriyor. Kâr hırsı, petrol diplomasisi ve bölgesel hesaplar, insan hayatının önüne geçmiş durumda. Ruanda’da “bir daha asla” diyen dünya, Darfur’da “bir daha” diyor. Bu cümle, çağımızın utancıdır.
Ancak bu karanlığın ortasında, bir ülke kararlılıkla kendi yolunu açıyor: Türkiye. Bizim hikâyemiz, yalnızca silah üretmek değil, irade üretmektir. Sakarya’da çeliğe işlenmiş mühendislik azmi, Altay tankının gövdesinde ete kemiğe bürünmüştür. O tank sadece bir savunma aracı değil, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında Türk milletinin kendi kaderine hükmetme iradesidir.
Altay tankını yapan mühendis, aslında tarih yapmaktadır. Çünkü o tornavida sesi, geçmişin kesintiye uğrayan rüyasının yeniden başlamasıdır. Vecihi Hürkuş’un düşen uçağını yerden kaldıran ruh, bugün Altay’ın zırhında yaşamaktadır. Artık kimseye bağımlı olmadan, göklerde ve toprakta kendi gücünü yazan bir ülke var.
Eurofighter alımı da bu sürecin bir parçasıdır. Kimileri için sıradan bir anlaşma; ama aslında stratejik bir köprüdür. Yerli projeler tamamlanana kadar, ülkenin güvenlik boşluğunu kapatan akılcı bir hamledir. Türkiye’nin artık “kopya eden” değil, “üreten” ülke olduğunu kabullenemeyen çevreler, bu yükselişi küçümsemeye çalışıyor. Fakat gerçeği değiştiremiyorlar: Bu ülke, özgüven devrine girmiştir.
Ve sonra spor sahasına dönüyoruz… Milletin sevinç alanı olan futbol, adaletin terazisinden kaçamaz. Hakemlerin bahis kumpaslarına karıştığı, vicdanın puan cetvelinde kaybolduğu bir düzen, milletin onurunu yaralar. Erzurumspor’un yıllardır yaşadığı haksızlık, bir kulüp meselesi değil, adaletin sınavıdır. Türk Futbol Federasyonu’nun bu tabloya karşı sorumluluğu vardır. Mağdur kulüplere tazminat ödemek, bir lütuf değil, bir vicdan borcudur.
Futbolun adı “oyun” olsa da, asıl sahne insanın iç dünyasıdır. Orada kazanan para değil, karakterdir. Çünkü adaletin olmadığı yerde zafer yoktur.
Bugün Darfur’un çığlığı, Altay’ın çeliği ve Erzurumspor’un mücadelesi aynı çağrıyı yapıyor: Vicdan, insanlığın en stratejik silahıdır. Onu kaybeden hiçbir sistem, hiçbir devlet, hiçbir oyun ayakta kalamaz.